Elinizde bir zaman makinesi olsa ve Hellblade II çıkmadan bir gün önceye gidip en çok beklediğim oyunu sorsanız, Hellblade 2 derdim. O gün geldi, oyun çıktı.
Hellblade 2’yi konuşmaya başlamadan önce gelin benim Hellblade serisiyle alakamı, size anlatayım. Birkaç yıl önce elime 15 günlük Game Pass deneme kodu geçmişti. Bu sürede bitirebileceğim kısa oyunlar ararken karşıma Hellblade: Senua’s Sacrifice çıktı. Oyun hakkında hiçbir şey bilmeden oyunu indirdim. Bilgisayarım oyunu kaldırıyor mu diye kontrol ettim ve kapatıp uyudum, geceydi çünkü. Sabah kalktım kahvaltımı yaptım ve Hellblade’in başına oturdum. Muazzam bir oyundu, öğle yemeğine gitmek dışında oyunun başından kalkmadım. O gün oyunu bitirdim.
Oyun benzersiz bir deneyim vaat ediyordu. Ama bu sene çıkan yeni Hellblade oyunu, örneğine pek çok yerde rastlayabileceğiniz sıradan bir yapım.
İlk oyun; kendine has, biraz daha deneysel bir işti. Oyun boyunca çeşitli bulmacaları çözüp kısa dövüş sekanslarına giriyorduk. Oyun daha çok mükemmel sinematik anlatısıyla öne çıkıyordu. İkinci oyundan bu tarz deneysel bir iş mi, yoksa daha normal bir şey mi beklemem gerektiği konusunda kararsızdım. Oyunu geliştiren Ninja Theory, ilk Hellblade’i yayınladıktan sonra Microsoft tarafından satın alınmıştı ve Hellblade II, Microsoft desteğiyle geliştiriliyordu. Acaba bu oyun, Xbox’ın God of War’u mu olacaktı?
İlk oynanış videosu yayınlanınca öğrendik ki, hayır. Bu oyun ilki gibi sinematik bir deneyim sunmayı amaçlıyor. İlk oyunu çok seven biri olarak, bu beni hayal kırıklığına uğratan bir şey değildi. Ancak onca bekleyişin ardından Hellblade II için ilk yorumum, ilk oyunun seviyesinden çok uzak olduğu yönünde.
Bu incelemede “bu oyun değil, bu film olmuş” gibi saçma eleştirilerden yapmayacağım, içiniz rahat olsun. Etkileşim budalalarının dediğinin aksine bu bir oyun.
Etkileşime görebildiğimiz her şey bir oyundur. İster diyaloglarla etkileşime girerek hikayenin gidişatını değiştirin, ister patikanın sağından yürümek yerine solundan yürüyün. Etkileşim türü ve dozu sizin oyun zevkinizke alakalıdır. Hellblade 2’ye geri dönelim.
Benden en sevdiğim oyunları sıralamanı isteseniz, ilk Hellblade’i ilk üçe koyarım. Hatta birinci sıraya bile koyabilirim. O kadar çok sevdiğim bir oyun. Kendi konsepti içinde neredeyse kusursuz bir yapıt. Ancak Hellblade 2, ilk oyunun iyi yaptığı çoğu şeyde gerilemiş.
Yanlış anlaşılmak istemiyorum, Hellblade 2 gayet güzel bir oyun ancak ilk oyunun çıtasından çok uzak.
İki oyunda da Senua adındaki bir karakteri yönetiyoruz.
Senua hayatı boyunca kendisinin karanlık olarak andığı psikoz hastalığından müzdariptir. Bu hastalık tüm yaşamını ona zindan etmiştir. Yaşadığı topluluk tarafından bu hastalıktan ötürü tanrıların yolladığı bir lanet olarak görülmüştür. Sırf bu yüzden babası Zynbel tarafından evde hapis tutulup dışarı çıkmasına bile izin verilmemiştir. Senua’nın nadir dışarı çıktığı yaşamı, Dillion adında bir gençle tanışmasıyla değişir. Dillion, Senua’nın lanetine inanmaz ve yavaş yavaş Senua ve Dillion arasında bir ilişki gelişir. Ancak bazı yaşananlar sonrasında Dillion hayatını kaybeder. İlk oyun, Senua’nın, Dillion’ın ruhunu Helheim’dan kurtarmak için bir yolculuğa çıkmasını konu alıyor. Oyun tamamen Senua’nın psikolojisine odaklanıyor. Senua’nın zihninin içindeki karmaşayı, korkuyu ve endişeyi mükemmel bir şekilde anlatıyor.
Ancak ikinci oyun, bu psikolojik havayı koruyamıyor. Bu psikolojik havanın yerine koyduğu tema ise çok havada kalıyor. İlk oyunda yaşananlar sonrasında Senua, hem intikam almak hem de halkını kurtarmak İzlanda’ya bir yolculuğa çıkar. Karakterimiz Senua bu yolculukta çeşitli dostlar ve düşmanlar edinir. Oyunun ana teması, tanıştığımız insanların psikolojisini aslında. Herkesin geçmişten gelen kendi dertleri, sıkıntıları var. Yeri geliyor bu dertlerle empati yapıyoruz, yeri geliyor bu dertleri onlara karşı üstünlük kurmak için kullanıyoruz.
Kulağa güzel bir konsept gibi gelebilir, evet öyle. Ancak tek hedef, her zaman çoklu hedeften daha kolaydır. İlk oyun tüm kurşunlarını Senua’nın ruh halini anlatmak için kullanıyordu. Bu oyunun öyle bir imkanı yok, tüm karakterler için birkaç kurşun.
Hal böyle olunca ilk oyundaki etkileyiciliğe ulaşamıyor.
Daha önce dediğim gibi, ilk oyunu oynamadan bu oyunu oynasam çok beğenirdim. Ancak ilk oyun ciddi çok yükseklere taşıyor.
Bu incelemeye devam etmeden önce bu bağlantıdan ilk oyun için hazırladığımız incelemeyi okumanızı şiddetle tavsiye ederiz.
Hellblade: Senua’s Sacrifice herkesin sevebileceği bir oyun değil. Ancak herkesin deneyelimlemesi gereken bir oyun. Ancak ikinci oyun, kesinlikle herkesin deneyimlemesi gereken bir oyun değil. İlk oyundan daha kısa olmasına rağmen, ilk oyundan çok daha sıkıcı. Oyun yaklaşık 6 7 saat sürüyor. Ancak tam oyunun ortasında öyle bir mağara bölümü var ki, son zamanlarda oynadığım sıkıcı şeydi. Yaklaşık 1-2 saat sürüyor ve o kadar sıkıcı ki, oyunu sevmeyenlerin en büyük bedeni bence bu bölüm.
1-2 saat boyunca mağarada bomboş yürüyorsunuz ve amele bulmacaları çözüyorsunuz.
Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama ben oyunlarda bulmaca yaparken çözümü bulduktan sonra çözümün çok fazla zaman almasını sevmiyorum. Ancak Hellblade 2’nin bulmacaları neredeyse tamamen bunlardan oluşuyor. Bu da insanı bayıyor.
Gelin baştan başlayalım.
Hellblade 2’ye bir köle olarak İzlanda’ya götürüldüğümüz bir teknede başlıyoruz. Tekne hasar alıyor ve kıyıya vuruyoruz. Teknedeki herkes, farklı bir yerde kıyıya vurmuş. Karakterimiz Senua korku içinde ilerlemeye başlıyor. İzlanda’nin doğası gereği her yer kayalık. Tırmanmaya başlıyoruz. Biz tırmanmaya çalıştıkça, kafamızdaki sesler önceki oyundaki gibi ‘tırmanamayacağımızı”, “düşeceğimizi” falan söylemeye başlıyor. Böylece Senua’nın zihni yavaş yavaş karanlığa teslim olmaya başlıyor.
Derken ileride biri beliriyor. O da ne? Karanlık. Karanlığı bir vücut vermişler.
Az önce, ilk oyunda övdüğüm karanlık sembolizasyonu tamamen gitmiş.
E bir sürü insanın olduğu oyunda, ilk oyundaki yöntemi kullanamazlardı. Tamam, ancak bu sefer de, ilk oyundaki anlatı ortadan kaybolmuş. Bir kişinin, sizin gözlerinizin içine bakarak önünüzde yalvarması mı sizi daha çok etkiler, yoksa başka birinin önünde eğilip yalvarması mı sizi daha çok etkiler? Bu sadece bir örnek. İlk Hellblade’deki bu tür ince nüanslar, bu oyunda ya gitmiş, ya da çok azlar. Aslına bakarsanız, ilk Hellblade’e bir devam oyunu yapmak çok riskli bir karar. Çünkü yine Senua’nın zihninde geçen bir oyun yapamazsınız, çünkü yüzleşeceğiniz bir şey kalmadı. E daha farklı bir şey yaparsanız, bu sefer ilk oyundaki çıtaya çıkamazsınız. İlk oyundaki çıtaya çıkamamayı tercih etmişler. İlk oyundan spoiler vermemek adına bahsetmiyorum ama, ilk oyuna devam etmek bile ilk oyunun hikayesine zarar veriyor.
Yalan yok, karanlık karakterini çok iyi kullanmışlar ancak dediğim gibi, ilk oyundaki etkileyiciliğinde değil.
Karanlıkla yaptığımız kısa bir zihin mücadelesi sonrasında, yolumuza devam ediyoruz. Köle tacirleri, kaçan köleleri aramaya başlamış. Ancak kendimizi savunacak hiçbir şeyimiz yok. Yakalanan kölelere yardım bile etmeden gizlice kaçmaya çalışıyoruz. Yardım etmediğimiz için kafamızdaki seslerden bazıları bizi yargılıyor. Bazılarıysa Senua’ya destek çıkıp yapacak hiçbir şeyimizin olmadığını söylüyor.
Patikalarda ilerledikten sonra bir şekilde bir kılıç buluyoruz ve oyunun aksiyon sistemiyle ilk kez karşılaşıyoruz.
İlk oyundaki hareket şeması aynen devam ediyor ancak bu sefer büyük bir fark var. Her dövüş 1’e 1 düello gibi. Her dövüş kendi içinde bir bölüm sonu canavarı gibi hissettiriyor. Tabii bu oyunu oynadığınız zorluk moduyla da alakalıdır, ben otomatik zorluk seviyesinde oynadım.
Bu zorlukta oyun sizin oynayışınıza göre dinamik bir şekilde oyunu kolaylaştırıp zorlaştırıyor. Oyundaki dövüş sekanslarını aslında gelişmiş bir hızlı tuşa basma (quick time event) gibi.
İstediğiniz alana gidemiyorsunuz, kamera düşmana kilitleniyor. Siz o düşmanı öldürene kadar başka bir düşman karşınıza çıkmıyor. Benim oyunlarla alakası olmayan insanlara, hikayeli video oyunlarını anlatmak için kullandığım bir tanım vardı.
Bir aksiyon filmi düşünün. Aksiyon sahnelerinde siz ateş ediyorsunuz. Geri kalan sahneleri izliyorsunuz.
Bu oyun tam olarak bu tanımın oyunu.
Her şeyi bir film gibi ince ince planlamışlar. Tüm oyun arka arkaya eklenmiş sahneler gibi. Bir sahneyi bitirmeden diğerine geçemiyorsunuz.
Ne zaman düşmanınızı öldürürseniz, anlık bir ara sahne giriyor ve karşınıza yeni düşmanınız çıkıyor. Sadece, kılıç darbelerinizi vurduğunuz anların tercihi size kalmış. Saldırınızı yapıp rakibinizi öldürdüğünüzde kısa ama çok etkileyici sahnelerle sıradaki düşmanınız geliyor. Bu geçiş animasyonları, mükemmel olmuş.
Mükemmelinde ötesi, bu resmen delilik. Tüm bunları kurgulamak, akıl karı değil. Ama yapmışlar. En kült aksiyon filmlerinde bile göremeyeceğiniz bazı geçişler var. Neyin ara sahne, neyin gerçek oyun olduğunu bile bazı zamanlar anlamıyorsunuz. Oyunun tek kamera, tek çekim olarak ilerlemesi bu etkileyiciliği en üst noktaya taşıyor.
Ben şahsen bu sistemi çok beğendim. Dövüş sırasında çıkan efektler ve animasyonlar, gerçekten bir hayatta kalma mücadelesi verdiğinizi hissettiriyor. Karakterin çaresizliğini gördüm ya ben bu oyunda.
Pek çok oyunda oynadığımız karakter, oyundaki standart düşmanlardan ezici bir şekilde üstündür. Çünkü oyunlar bizim için bir tür güç fantezisidir. Ancak bu oyunda her düşman ya sizle aynı güçte, ya da sizden çok daha güçlü. Ve oyun bunu size çok iyi aktarıyor. Gerçekten ölümle burun buruna olduğunuzu hissediyorsunuz.
Sizinle birebir aynı güçte bir düşmanla kapıştığınız düşünün, kazanma ihtimaliniz yarı yarıyadır. Zaman ilerledikçe her yeni karşılaşmada kazanma ihtimaliniz hala yarı yarıya olmasına rağmen arka arkaya sizin kazandığınız ihtimalin gelme olasılığı azalır. İlk düşmanı yenmek için %50 şansınız varsa, ikincide %25, üçüncüde %12.5 şansınız var. Bu da sizi germeye başlar. Oyun bu hissi veriyor. Özellikle dövüş koreografileri mükemmel. Her şey çok ince işlenmiş. Size istediğinizi yapma imkanı veren özgür bir deneyim sunmak yerine, çok etkileyici sinematik bir deneyim sunmayı tercih etmişler ve bunu çok iyi yapmışlar. Genel olarak Hellblade 2’yi, Telltale oyunlarının modernleşmiş bir hali gibi düşünebilirsiniz.
İlk oyunda düşmanlarımız mitolojik varlıklar iken bu oyunda düşmanlarımız çoğunlukla gerçek insanlar. İlk oyunun biraz daha hack and slash tarzı varken, bu oyun her dövüşte karşınızdaki kişiyle sizin aşağı yukarı aynı güçte olduğunuzu, bu yüzden her an kaybedebileceğinizi hissettiriyor.
Burada şöyle bir tercihe gitmişler. İlk oyunda vurduğunuz her darbe düşmanınız üstünde belirgin bir şekilde gözüküyordu. Sanki cam kırığı gibi bir efekt çıkıyordu. Ancak burada görmesi görece daha zor yara izleri oluşuyor. Bu durum, her darbenin izini görme hissiyatını azaltıyor. Yanlış anlaşılmasın, hala çok iyi, sadece bence ilk oyundaki biraz daha etkileyiciydi.
Saldırı yapmak için rakibinizin atağını bozmanız gerek. Rakibiniz etkisiz kaldığı an ise saldırı yapmanız gerekiyor. Çok detaylı bir dövüş sistemi yok, basit ama etkili.
Gelelim ilk oyunun en öne çıkan özelliğine. Anlatısına.
İlk oyunun tamamı, psikoz hastası bir zihnin mükemmel yansıtılışıydı. Ne gerçek, ne hayal ürünü anlayamıyordunuz. Senua’nın mental durumunu çok iyi göz önüne seriyordu. Travmalarını çok iyi anlatıyordu. Ve bu anlatı, oynanış ve hikayeyle muazzam bir uyum içerisindeydi. İlk oyun amatör bir ruhla, düşük bütçeyle çekilmiş ancak çok iyi bir film ise; bu oyun dev bütçelerle yapılmış, ancak içinde ruh olmayan bir yapım.
İlk oyun, tamamen Senua’nın kendi deneyimiyken bu oyunda Senua’nın sosyal yaşamını görüyoruz, diğer insanlarla etkileşime geçiyoruz. İlk oyunda düşmanlarımız ve ana karakter dışında bir karakter yoktu. Tüm karakterler kafamızın içindeki o seslerdi. Psikoz hastası olduğumuzdan, çevreden bir sürü ses duyuyorduk. İlk oyunda bu sesler, hikaye, sinematik anlatı mükemmel bir uyum içindeydi. Ancak ikinci oyun da bu anlatı mükemmelliği yok.
İlk oyunda tamamen tek bir karaktere odaklanıldığından, Senua’nın yaşadıklarını, travmalarını çok iyi anlıyordunuz. Ancak bu oyunda, o travmalar size etki etmiyor. Birden fazla karakter, ilk oyunda tek karakterin işlendiği kadar iyi işlenememiş. Ki normal bir durum. Ancak ilk oyunu özel yapan o anlatı, bu oyunda ortadan kaybolmuş. İlk oyunda Senua’nın korkularını dibine kadar hissediyordunuz. İlk oyunu ikinci kez oynayışımda bile korkudan gerildiğim, hatta soluk soluğa kaldığım anlar oldu. Gerginlikten oyunu durdurup bomboş beklediğim bile oldu.
Bu oyunda o ruh yok. Her şey çok profesyonel ama ruhsuz.
Tabii bu biraz da kişisel zevklerin devreye girdiği bir konu.
İlk oyunun rahatsız ediciliğini sevdiğimi söylemiştim. Hellblade 2’de, Senua tüm oyun boyunca çığlıklar atıyor ama sadece kulağınızı rahatsız ediyor. Hani şu an komşunun ağlayan bebeğinin çığlıklarıyla kapışır.
İlk oyunda Senua, hayatını kaybeden sevgilisi Dillion’ın ruhunu kurtarmaya çalışıyordu. Bu oyunda Dillion’ın intikamını almaya gidiyoruz. Adını hatırlamadığım bir kavim, insanları esir edip devlere adak veriyor. Bu sayede devlerin gazabından korunmaya çalışıyorlar. Senua bu durumu öğrenince, devlerden korunmanın başka bir yolu olduğunu keşfediyor. Her dev; eskiden normal, sıradan bir insanmış. Ancak hayatta yaptıkları hatalar, yaşadıkları acılar onları deve dönüştürmüş. Senua, bu acılar sayesinde devleri etkisiz hale getirebileceklerini keşfediyor. Oyunun konusu aslında bu.
Oyunun çok güzel bir açılışı var, çok güzel bir kapanışı var. Ama açılış ve kapanış arasında oyun çok fazla sıkmaya başlıyor. İncelemenin başında dediğim gibi, o mağara bölümü. Git git bitmiyor. Git git bitmiyor. Bu bölümde başka karakter de yok. Aslında burada güzel bir potansiyel varmış. Senua hazır yalnızken, ilk oyundaki gibi Senua odaklı bir bölüm yapabilirlermiş. Yapmamışlar. Zaten tüm bu kızgınlıklarımın nedeni, yapabilecekleri ama yapmadıkları şeylere. Çok fazla harcanan potansiyel var. Microsoft mu zorladı, kendi iradeleri miydi bilmiyorum ama yazık olmuş.
Anlatıya geri dönelim. Sinematografi, görsellik mükemmel. Gerek animasyonlar, gerek sahneler çok iyi gözüküyor. Fotogerçekçilik açısından baktığımızda, Hellblade 2 tartışmasız bir şekilde bugüne kadar yapılmış en iyi oyun. Yakın zamanda da bunu geçebilecek bir yapım olduğunu sanmıyorum. Oyundaki karakter kıyafetlerini bile, önce oyunun geçtiği tarihi dönemin yöntem ve malzemeleriyle gerçek hayatta yapmışlar. Sonrasında bunları çeşitli yöntemlerle tarayarak dijital ortama aktarmışlar. Resmen delice bir emek var ortada. Bi oyuna bakıyorum, bi gerçek hayata bakıyorum. Oyun, gerçekten daha gerçek gözüküyor. Her yer o kadar iyi gözüküyor ki, ekran görüntüsü almaktan oyunu oynayamıyorsunuz. Oyuna çok güzel bir fotoğraf modu yapmışlar. Zırp pırt ekran görüntüsü almak için oyunu durdururken bulacaksınız kendinizi. Unreal Engine 5’in etinden sütünden faydalanan ilk oyunu gördük. Ve uzun süre boyunca bir rakibi olmayacakmış gibi de duruyor. En fotorealistik oyunlar bile Hellblade 2’den sonra size çizgi filmmiş gibi gözükmeye başlayacak.
Grafikler bu kadar gerçekçi olunca, çıkan iş bir sinema filminden farksız olmuş. Özellikle bir video oyunu olmanın avantajıyla, herhangi bir filmde göremeyeceğimiz yakın dövüş sahneleri ortaya çıkmış.
Prodüksiyon kalitesi olarak rakipsiz. Ben her zaman, RDR2’nin video oyunları için prodüksiyon kalitesinin çıtası olacağını ve kimsenin onu geçemeyeceğini düşünürdüm. Elbet, birbirinden çok farklı, çok alakasız oyunlar ancak inanılmaz derecede bir kalite var ortada.
Anlatım içerisinde bir tek hikaye biraz sönük kalmış.
Oynanışa geri dönelim: Bulmacalar. İlk oyunun en büyük eksisi herkesin hemfikir olduğu şekilde bulmacalardı. Oyun, ne kadar bulmacaları çeşitlendirmeye çalışsa da, bir noktadan sonra tekrara düşüyor ve oyuncuyu sıkıyordu. Ekip “Bulmacaların oyuncuyu sıkmasını nasıl engelleriz?” diye düşünmüş ve şöyle bir karar almışlar: Bulmacaları silmek.
Oyunda ilk oyuna göre çok az bulmaca var. Bulmacaların sıkıcılığını azaltmak için bulmacaları kaldırmışlar ancak yerine koydukları şey, sadece boş yürüme sekansları olmuş. Bu oyunu daha eğlenceli hali getirmemiş, aksine daha da sıkıcı yapmış. İlk oyundaki perspektif bulmacalarını birkaç yerinde neredeyse hiç kullanmamışlar. Onun yerine yeni bir bulmaca mekaniği oluşturmuşlar.
Düz bir patika düşünün. Önünüzde bir A engeli var. Gökyüzündeki şu küreye odaklandığınızda, o A engeli kalkıyor. Ancak biraz ilerisinde B engeli oluşuyor. A engeli ile B engeli arasına gidip, gökyüzündeki küreye tekrar baktığınızda B engeli ortadan kalkıyor ve A engeli geri geliyor. Artık siz o engeli geçtiğinizden bir sıkıntı olmuyor. Bulmacalar, bu mantığın biraz daha iç içe geçirilmiş hali.
Ben oyunlarda bulmacaları fazla seven bir insan değilim. Ancak ilk Hellblade’in bulmacalarıyla idare etmiştim. Burada ise çok sıkıldım. Tam olarak amele bulmacaları. Çok basit, ama zaman alıyor. Ben bulmacaların çözümünü bulduğumuz andan sonra zaman kaybetmek istemiyorum. Ama bu oyunda çözümü bulduğunuzda, gideceksiniz tek tek engelleri aç kapa yapacaksınız. Beni sıktı. Oyunun o mağlum mağara bölümü neredeyse tamamen bunlardan oluşuyor. Oyunu bırakmayı bile düşündüm. O derece sevmedim.
Sanki oyunun gelişme kısmı için planlar farklıymış da, sonradan oyunu erken çıkartmak için “bas bulmacayı, bas, bas bas” demişler gibi.
10 üzerinden 9’luk bir oyun olarak başlıyor, bu mağara kısmı çevresinde 10 üzerinden 5’e falan düşüyor. Sonra tekrardan 10 üzerinden 9’a yükseliyor.
Ama genel deneyime baktığında, ağzında biraz ekşi tat bırakmış oluyor.
Toparlamak gerekirse, Hellblade 2 türü seven için güzel ancak ilk oyundaki çarpıcılığa ulaşamamış bir oyun. İlk oyunun eksikliklerini giderememiş, üzerine yenilerini eklemiş. Sinematik anlatımı seven biri için, kusursuza yakın bir oyun.
İncelemeyi yazarken içimde hep bir sıkıntı oluştu. Hellblade 2’yi çok kötü bir oyunmuş gibi anlatmışım gibi hissediyorum. Hayır, Hellblade 2 çok iyi oyun. Gömdüğüm konuların çoğunda çok iyi, sadece ben ilk oyunda o konuları daha çok sevmiştim.
Oyunların puanlandırması genellikle 100’er puan üzerinden yapılır. Ancak günümüzde insanlar, oyunları puanlandırırken her bir birim puanı eşit tutmuyor gibi.
Normalde puanlar doğrusal bir şekilde dağıtılması gerekirken, sanki üstel fonksiyon grafiği gibi dağıtılıyor.
90 ile 100 arasındaki fark, 10 ile 20 arasındaki farktan çok daha fazla. Aslında oyunlara genel olarak sayısal puanlar vermek çok tutarsız ancak bu başka bir yazının konusu.
Bu incelemeyi video formatında izleyebilirsiniz.